1 Kasım 2013 Cuma

Komşu Komşunun Külüne Muhtaçtır

Bir zamanlar küçük mü küçük bir köyde ne yaşlı nede genç, ne fakir nede zengin orta halli bir adam yaşarmış. Karısı ve üç çocuğu ile kerpiçten yapılma evlerinde hayatlarını sürdürürlermiş. Küçük oğlu sahip oldukları otuz kadar sığıra çobanlık edermiş. Büyüğü ise babası ile tarlaya, bağa çalışmaya gidermiş. En küçükleri olan kızı da ağabeyi ile babasına öğlen yemeği götürür, annesine ev işinde yardım edermiş.

Yaşadıkları köy o kadar küçükmüş ki toplasan on, on beş aile anca varmış. Hani komşu komşunun külüne muhtaçtır demiş ya atalarımız, bu köyde gerçekten bu söz geçerliymiş. Köy halkı birbiri ile o kadar iyi geçinirmiş ki; birinin işi diğerinden önce bitse o da boş durmaz ve gider işi bitmemiş olan komşusuna yardım edermiş. Köyün hepsi böyleymiş. Herkes imece usulü ile çalışırmış. Kimsede şikayetçi değilmiş bu durumdan. Hoş sohbetlerle birbirlerinin işlerini yaparlarmış. Hastası olanın tasasını bütün köy çeker, düğünü olanın düğününü bütün köy yaparmış.




Gel zaman git zaman bu adamın hayvanları, bağı ve bostanı da para eder olmuş. Mallarını kasabada sata sata birkaç yıl içerisinde köyün en zengini haline gelmiş. Varlığı yerinde olunca hayvanlarına çoban, tarlasına da ırgat ve evine de hizmetçi tutmuş. Ailecek büyük bir rahatlığa ermişler. Bu kadar zengin olunca adam biri birden kibirli biri oluvermiş. Artık kimseye yardım etmez olmuş. Hastası olanın ziyaretine gitmiyor, düğünü olanın düğününe katılmıyormuş. Artık kendisinin o fakir köylülerden farklı olduğuna inanıyormuş. İnsanları küçümsemeye ve hor görmeye başlamış. Kimseye selam vermez olmuş. Evine geleni üstü başı pistir diye almıyormuş. Hatta kibir o dereceye varmış ki; komşusunun oğlu ile bu adamın kızı birbirlerini severmiş, bir gün oğlanın ailesi kızı Allah'ın emri peygamberin kavliyle istemek arzusu içerisinde çalmış bizim kibirlinin kapısını. Ben bu köye kız vermem deyip kapatıvermiş kapıyı suratlarına.

Artık o köylüye saygı duymadığı için köylülerde ona saygı duymuyormuş. Zira adam herkese tepeden bakıyormuş. Bir gün köye yeni bir muhtar seçmek için seçim düzenlemişler. Bizim kibirli de köyün en üstün insanı olarak bu işi anca ben yürütebilirim demiş ve aday olmuş muhtarlığa. Yalnız evdeki hesabı çarşıya uymamış. Çünkü oy sandıkları açılınca sadece iki oy çıkmış bizimkine. Birisi karısının diğeri de kendisinin oyu imiş. Adamın kendi çocukları bile babalarına oy vermemişler. Çünkü onlarda rahatsızmışlar babalarının bu tavırlarından.

Günler günleri kovalamış ama bu adamın refahı da fazla uzun sürmemiş. Aniden derdi bilinmez, çaresi bulunmaz bir hastalığa tutulmuş. Sağlığına geri kavuşabilmek için harcamış varını yoğunu. Ailecek sefaletin eşiğine gelmişler. Artık küçümsediği köylülere muhtaç bir hale gelmiş. Gelmiş gelmesine de anca anlayabilmiş ne büyük yanlışlar yaptığını. Herkes orta halli geçinip giderken bizimki bir lokma ekmek bulamaz olmuş. Artık ne tarlası varmış nede malı mülkü. Yüzü yokmuş kimsenin kapısını çalmaya. Kendinden çok çoluğuna çocuğuna üzülmeye başlamış. Benim ettiklerim yüzünden onlarda sefalet çekiyor diye içlenmiş.

Ancak işler yine onun düşündüğü gibi gitmemiş. Günahsız çocuklarına acıyan köylü kucak açmış bu aileye. Bir tarla ve birkaç hayvan bağışlamışlar onlara. Adam kendini çok mahcup hissediyor ve utanıyormuş. Bütün köylüden özür dilemiş tek tek ve hiçbir şeyin gerçek dostları olan komşularından, köylülerden daha kıymetli olamayacağını anladığını söylemiş onlara. Aklı başına gelince bizim adamın, vermiş kızını komşunun oğluna. Ve bütün köy birlikte güzel bir düğün yapmışlar. Mutlu mesut eski düzenlerine geri dönüp yaşamışlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder