Bir zamanlar küçük mü küçük bir köyde ne yaşlı nede genç, ne
fakir nede zengin orta halli bir adam yaşarmış. Karısı ve üç çocuğu ile
kerpiçten yapılma evlerinde hayatlarını sürdürürlermiş. Küçük oğlu sahip
oldukları otuz kadar sığıra çobanlık edermiş. Büyüğü ise babası ile tarlaya,
bağa çalışmaya gidermiş. En küçükleri olan kızı da ağabeyi ile babasına öğlen
yemeği götürür, annesine ev işinde yardım edermiş.
Yaşadıkları köy o kadar küçükmüş ki toplasan on, on beş aile
anca varmış. Hani komşu komşunun külüne muhtaçtır demiş ya atalarımız, bu köyde
gerçekten bu söz geçerliymiş. Köy halkı birbiri ile o kadar iyi geçinirmiş ki;
birinin işi diğerinden önce bitse o da boş durmaz ve gider işi bitmemiş olan
komşusuna yardım edermiş. Köyün hepsi böyleymiş. Herkes imece usulü ile çalışırmış.
Kimsede şikayetçi değilmiş bu durumdan. Hoş sohbetlerle birbirlerinin işlerini
yaparlarmış. Hastası olanın tasasını bütün köy çeker, düğünü olanın düğününü
bütün köy yaparmış.
Gel zaman git zaman bu adamın hayvanları, bağı ve bostanı da
para eder olmuş. Mallarını kasabada sata sata birkaç yıl içerisinde köyün en
zengini haline gelmiş. Varlığı yerinde olunca hayvanlarına çoban, tarlasına da
ırgat ve evine de hizmetçi tutmuş. Ailecek büyük bir rahatlığa ermişler. Bu
kadar zengin olunca adam biri birden kibirli biri oluvermiş. Artık kimseye yardım
etmez olmuş. Hastası olanın ziyaretine gitmiyor, düğünü olanın düğününe katılmıyormuş. Artık kendisinin o fakir köylülerden farklı olduğuna inanıyormuş. İnsanları küçümsemeye ve hor görmeye başlamış. Kimseye selam vermez olmuş.
Evine geleni üstü başı pistir diye almıyormuş. Hatta kibir o dereceye varmış
ki; komşusunun oğlu ile bu adamın kızı birbirlerini severmiş, bir gün oğlanın
ailesi kızı Allah'ın emri peygamberin kavliyle istemek arzusu içerisinde çalmış
bizim kibirlinin kapısını. Ben bu köye kız vermem deyip kapatıvermiş kapıyı
suratlarına.
Artık o köylüye saygı duymadığı için köylülerde ona saygı
duymuyormuş. Zira adam herkese tepeden bakıyormuş. Bir gün köye yeni bir muhtar
seçmek için seçim düzenlemişler. Bizim kibirli de köyün en üstün insanı olarak
bu işi anca ben yürütebilirim demiş ve aday olmuş muhtarlığa. Yalnız evdeki
hesabı çarşıya uymamış. Çünkü oy sandıkları açılınca sadece iki oy çıkmış bizimkine.
Birisi karısının diğeri de kendisinin oyu imiş. Adamın kendi çocukları bile
babalarına oy vermemişler. Çünkü onlarda rahatsızmışlar babalarının bu
tavırlarından.
Günler günleri kovalamış ama bu adamın refahı da fazla uzun
sürmemiş. Aniden derdi bilinmez, çaresi bulunmaz bir hastalığa tutulmuş.
Sağlığına geri kavuşabilmek için harcamış varını yoğunu. Ailecek sefaletin
eşiğine gelmişler. Artık küçümsediği köylülere muhtaç bir hale gelmiş. Gelmiş
gelmesine de anca anlayabilmiş ne büyük yanlışlar yaptığını. Herkes orta halli
geçinip giderken bizimki bir lokma ekmek bulamaz olmuş. Artık ne tarlası varmış
nede malı mülkü. Yüzü yokmuş kimsenin kapısını çalmaya. Kendinden çok
çoluğuna çocuğuna üzülmeye başlamış. Benim ettiklerim yüzünden onlarda sefalet
çekiyor diye içlenmiş.
Ancak işler yine onun düşündüğü gibi gitmemiş. Günahsız
çocuklarına acıyan köylü kucak açmış bu aileye. Bir tarla ve birkaç hayvan
bağışlamışlar onlara. Adam kendini çok mahcup hissediyor ve utanıyormuş. Bütün
köylüden özür dilemiş tek tek ve hiçbir şeyin gerçek dostları olan
komşularından, köylülerden daha kıymetli olamayacağını anladığını söylemiş
onlara. Aklı başına gelince bizim adamın, vermiş kızını komşunun oğluna. Ve
bütün köy birlikte güzel bir düğün yapmışlar. Mutlu mesut eski düzenlerine geri
dönüp yaşamışlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder