7 Kasım 2013 Perşembe

Ummadığın Taş Baş Yarar

Bir varmış bir yokmuş. Efsane ye göre dünyanın en yüksek dağının eteklerinde üç köstebek yaşarmış. Bu üç köstebek aynı sülaleden gelirlermiş. Dahası diğer köstebeklere göre biraz daha farklı bir hayatları varmış. Bunlar diğerlerinin aksine çok modern yaşar ve adeta insanlar gibi beslenirlermiş. Yani havucu, tereyi boş yemezler de salata yapıp yerlermiş. O derece insani özellikler sergilerlermiş.



En büyüklerinin adı Sök, ortancanın adı Yap ve en küçüğün adı da Ye imiş. Sök güçlü, kuvvetli ve biraz iri kıyım bir köstebekmiş. Yaş olarak da Yap ve Ye’den büyük olduğu için yuva dışı işlere o bakarmış. Aynı zamanda ağırbaşlı ve nerede ne yapması gerektiğini bilen bir köstebekmiş. Tarla tarla gezer şöyle ağızlarına layık havuçlardan, lahanalardan, terelerden, marullardan ve turplardan toplarmış. Daha doğrusu sökermiş. Çünkü toprağın altından yanaşıp var gücüyle yer altı kanalına çekermiş bu enfes sebzeleri. Gücü kuvveti yerinde olduğu için pekte zorlanmazmış. Aslında zevk alıyormuş bu işten. Çünkü sebzeler doğal hem de tarladan taze taze ve tadına da ilk olarak o bakıyormuş. Sök söktüğü sebzeleri teker teker yuvaya taşırmış. Hemen tüketilecek olanları mutfağa, kışlık stoklanacak olanları da kilere yığarmış. Sök’ün işi bu kadarla da sınırlı değilmiş. Zira sebzeler sadece yaz mevsiminde yetiştiği için toplama işini sadece yazın yapabiliyormuş. Kışın ise yuvanın bozulan yerlerini tamir ediyor, sağlamlaştırmak için kuru ağaç dallarından destek yapıyormuş. Eee birazda tecrübeli olmanın getirdiği sorumlulukla Yap ve Ye’ye göz kulak olurmuş.

Yap yuvanın olmazsa olmazı… Narin yapılı, uzun boylu ve bir o kadar yetenekli, adeta bir sanatçı imiş. Çünkü Sök’ün topladığı sebzeleri enfes yemeklere dönüştüren kişi Yap’ın ta kendisi. Yemeklerine o kadar özen gösterirmiş ki gören yemek değil de adeta Leonardo da Vinci’nin* Mona Lisa** portresini geride bırakacak bir resim yapıyor zannedermiş. Zannedermiş zannetmesine ama aslında onlardan da çok geri kalır değilmiş. Zira Yap’ın yemeklerinden yiyen köstebekler ona hayran olurlarmış. Enfes salataları, sebze çorbaları ve haşlanmış sebzeleri ile adeta sanat yapıyormuş. Ancak aşçılıktan başka bir işten anlamazmış.

Gelgelelim Ye’ye. Minik cüssesi ve sempatik tavırlarıyla şirin mi şirin ve bir o kadarda kurnazmış. Köstebeklerin en tembeli ve en yaramazıymış. Yiyip içip gezmeyi sever, çiçeklerle böceklerle sohbet eder ve gününü gün edermiş. Hiçbir işten anlamadığı için adeta yuvanın yeteneksiz tüketicisiymiş.

Günün birinde Sök yine uyanır erkenden. Minik çapasını vurup sırtına düşer tüneldeki yoluna. Güneş sabahın ilk ışıklarını vururken toprağa, hava birazcık soğuktur yer altında. Birazcıkta üşümüştür aslında. Ama mecburdur işini yapmaya. Zira yuvasına bir şeylerle dönmelidir akşama. Mevsim sonbahara dayanmıştır, tarlalarda hasatın son günleri… Sök’ün elini çabuk tutması gerekli. Yoksa alamayacak toprak ananın payına biçtiklerini.

Elini olabildiğince çabuk tutmaya çalışmış Sök. Ve yanaşmış bir patates tarlasına. Bir, iki derken üçüncüyü sökmeye kalmamış takati. Yorgun düşmüş ve bırakmış yere kendini. Bir süre sonra zorlanarak kalkmış ayağa. Söktüğü patateslerden birini katmış önüne, zar zorda olsa varmış yuvasına. Kapıdan içeri girince bırakmış kendini yatağına. Yeni uyanmış olan Yap koşturmuş hemen Sök’ün baş ucuna.

- Neyin var, ne oldu sana?

- Bilmiyorum, başım çok ağrıyor ve donuyorum adeta.

- Soğuk almış olmayasın.

-Olabilir, sabah buz gibiydi toprak. Üşüyerek gittim patates tarlasına.

- Hmm… Yorma sen kendini. Ben sana şimdi bir sebze çorbası hazırlayayım. Akşama hiçbir şeyin kalmaz.

- Umarım.

Derken gürültüleri duyan Ye uyanıvermiş. Görünce Sök’ün halini içi parçalanmış. Koşmuş oda başucuna.

Günler günleri kovalamış ama Sök bir türlü iyileşememiş. Hasatın son günleri olduğu için daha fazla yatamazmış yatağında. Zira gitmezse sebze toplamaya, kış boyu aç kalacaklarmış. Aslında Yap’ta, Ye’de durumun farkındaymış. Ama bu konuda Yap çok yeteneksiz imiş. Ye ise daha bir çocuk, asla başaramaz diye düşünmüşler.

Öğlene doğru Ye kaybolmuş ortalıktan. Saatler saatleri kovalamış ama hala yokmuş ortalıkta. İyice meraklanmış bizimkiler. Hasta Sök bile ayaklanmış yatağından düşmüşler dar tünelin yollarına ama nafile. Bulamamışlar bizim Ye’yi. Gecenin geç saatlerinde bir kapı gıcırtısı derken yuvarlanmaya başlamış içeriye patatesler, lahanalar, havuçlar ve turplar. Arkalarından bir gladyatör edasında içeri girivermiş bizim küçük Ye. Bizimkilerin ağzı bir karış açılıvermiş, ikisi de şokta adeta. Bir Ye’ye bakmışlar bir de sebzelere. Neredeyse iki kışlık malzeme…

Dayanamamış sormuşlar Ye’ye:

-Nasıl yaptın sen bu işi?

-Tarla tarla gezdim. Sebzeleri sökmeyi denedim. Ama beceremedim. Derken bir makine sesi duydum ve korkudan atıverdim tünelin içine kendim. Makinenin gürültüsü iyice yaklaştı. Tam üzerimden geçip gidiverdi. O geçtikten sonra birde bakıverdim patatesler tünele dökülüyor. Dökülenlerden topladım hemen beşini, onunu. Sonra anladım ki geçen makine hasat makinesi. Hemen şimşekler çaktı kafamda. Yer altından çıkıverdim toprağın üstüne. Şöyle göz ucuyla kolaçan ettim bütün tarlaları. Hangi tarlada bir hasat makinesi gördüm ise hemen kazıverdim bir tünel daha o tarlanın altına. Patatesler, havuçlar, turplar derken yığdım hepsini bir kenara. Eee miktar fazla olunca anca varabildim yuvaya.

“Vay benim kardeşime bak!” demiş Sök. “Boşuna dememişler ummadığın taş baş yarar diye”.


O kışı Ye’nin topladığı sebzelerle refah içinde geçirmiş köstebekler. Ve şunu iyice kavramışlar; asla kimseyi küçük görme. Azmin ve zekânın çözemeyeceği problem yoktur. Ve gücü yenebilecek bir şey var ise o da aklın ta kendisidir.

*Leonardo da Vinci: (1452-1519) İtalyan düşünür, mimar,mühendis, ressam, anatomist, heykeltraş ve yazar.
**Mona Lisa: Kavak bir pano üzerine Leonardo da Vinci tarafından resmedilmiş yağlı boya portre. Halen Fransa Paris'te Louvre Müzesi'nde sergilenmekte olan 16. yüzyıla ait en önemli sanat eserlerinden birisidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder