Bir varmış bir yokmuş. Efsane ye
göre dünyanın en yüksek dağının eteklerinde üç köstebek yaşarmış. Bu üç
köstebek aynı sülaleden gelirlermiş. Dahası diğer köstebeklere göre biraz daha
farklı bir hayatları varmış. Bunlar diğerlerinin aksine çok modern yaşar ve
adeta insanlar gibi beslenirlermiş. Yani havucu, tereyi boş yemezler de salata
yapıp yerlermiş. O derece insani özellikler sergilerlermiş.
En büyüklerinin adı Sök,
ortancanın adı Yap ve en küçüğün adı da Ye imiş. Sök güçlü, kuvvetli ve biraz
iri kıyım bir köstebekmiş. Yaş olarak da Yap ve Ye’den büyük olduğu için yuva
dışı işlere o bakarmış. Aynı zamanda ağırbaşlı ve nerede ne yapması gerektiğini
bilen bir köstebekmiş. Tarla tarla gezer şöyle ağızlarına layık havuçlardan,
lahanalardan, terelerden, marullardan ve turplardan toplarmış. Daha doğrusu
sökermiş. Çünkü toprağın altından yanaşıp var gücüyle yer altı kanalına
çekermiş bu enfes sebzeleri. Gücü kuvveti yerinde olduğu için pekte
zorlanmazmış. Aslında zevk alıyormuş bu işten. Çünkü sebzeler doğal hem de
tarladan taze taze ve tadına da ilk olarak o bakıyormuş. Sök söktüğü sebzeleri
teker teker yuvaya taşırmış. Hemen tüketilecek olanları mutfağa, kışlık
stoklanacak olanları da kilere yığarmış. Sök’ün işi bu kadarla da sınırlı
değilmiş. Zira sebzeler sadece yaz mevsiminde yetiştiği için toplama işini
sadece yazın yapabiliyormuş. Kışın ise yuvanın bozulan yerlerini tamir ediyor,
sağlamlaştırmak için kuru ağaç dallarından destek yapıyormuş. Eee birazda
tecrübeli olmanın getirdiği sorumlulukla Yap ve Ye’ye göz kulak olurmuş.
Yap yuvanın olmazsa olmazı… Narin
yapılı, uzun boylu ve bir o kadar yetenekli, adeta bir sanatçı imiş. Çünkü
Sök’ün topladığı sebzeleri enfes yemeklere dönüştüren kişi Yap’ın ta kendisi.
Yemeklerine o kadar özen gösterirmiş ki gören yemek değil de adeta Leonardo da
Vinci’nin* Mona Lisa** portresini geride bırakacak bir resim yapıyor zannedermiş.
Zannedermiş zannetmesine ama aslında onlardan da çok geri kalır değilmiş. Zira
Yap’ın yemeklerinden yiyen köstebekler ona hayran olurlarmış. Enfes salataları,
sebze çorbaları ve haşlanmış sebzeleri ile adeta sanat yapıyormuş. Ancak
aşçılıktan başka bir işten anlamazmış.
Gelgelelim Ye’ye. Minik cüssesi
ve sempatik tavırlarıyla şirin mi şirin ve bir o kadarda kurnazmış. Köstebeklerin
en tembeli ve en yaramazıymış. Yiyip içip gezmeyi sever, çiçeklerle böceklerle
sohbet eder ve gününü gün edermiş. Hiçbir işten anlamadığı için adeta yuvanın
yeteneksiz tüketicisiymiş.
Günün birinde Sök yine uyanır
erkenden. Minik çapasını vurup sırtına düşer tüneldeki yoluna. Güneş sabahın
ilk ışıklarını vururken toprağa, hava birazcık soğuktur yer altında. Birazcıkta
üşümüştür aslında. Ama mecburdur işini yapmaya. Zira yuvasına bir şeylerle dönmelidir
akşama. Mevsim sonbahara dayanmıştır, tarlalarda hasatın son günleri… Sök’ün
elini çabuk tutması gerekli. Yoksa alamayacak toprak ananın payına
biçtiklerini.
Elini olabildiğince çabuk tutmaya
çalışmış Sök. Ve yanaşmış bir patates tarlasına. Bir, iki derken üçüncüyü
sökmeye kalmamış takati. Yorgun düşmüş ve bırakmış yere kendini. Bir süre sonra
zorlanarak kalkmış ayağa. Söktüğü patateslerden birini katmış önüne, zar zorda
olsa varmış yuvasına. Kapıdan içeri girince bırakmış kendini yatağına. Yeni
uyanmış olan Yap koşturmuş hemen Sök’ün baş ucuna.
- Neyin var, ne oldu sana?
- Bilmiyorum, başım çok ağrıyor
ve donuyorum adeta.
- Soğuk almış olmayasın.
-Olabilir, sabah buz gibiydi toprak.
Üşüyerek gittim patates tarlasına.
- Hmm… Yorma sen kendini. Ben
sana şimdi bir sebze çorbası hazırlayayım. Akşama hiçbir şeyin kalmaz.
- Umarım.
Derken gürültüleri duyan Ye
uyanıvermiş. Görünce Sök’ün halini içi parçalanmış. Koşmuş oda başucuna.
Günler günleri kovalamış ama Sök
bir türlü iyileşememiş. Hasatın son günleri olduğu için daha fazla yatamazmış
yatağında. Zira gitmezse sebze toplamaya, kış boyu aç kalacaklarmış. Aslında
Yap’ta, Ye’de durumun farkındaymış. Ama bu konuda Yap çok yeteneksiz imiş. Ye
ise daha bir çocuk, asla başaramaz diye düşünmüşler.
Öğlene doğru Ye kaybolmuş
ortalıktan. Saatler saatleri kovalamış ama hala yokmuş ortalıkta. İyice
meraklanmış bizimkiler. Hasta Sök bile ayaklanmış yatağından düşmüşler dar
tünelin yollarına ama nafile. Bulamamışlar bizim Ye’yi. Gecenin geç saatlerinde
bir kapı gıcırtısı derken yuvarlanmaya başlamış içeriye patatesler, lahanalar,
havuçlar ve turplar. Arkalarından bir gladyatör edasında içeri girivermiş bizim
küçük Ye. Bizimkilerin ağzı bir karış açılıvermiş, ikisi de şokta adeta. Bir Ye’ye
bakmışlar bir de sebzelere. Neredeyse iki kışlık malzeme…
Dayanamamış sormuşlar Ye’ye:
-Nasıl yaptın sen bu işi?
-Tarla tarla gezdim. Sebzeleri
sökmeyi denedim. Ama beceremedim. Derken bir makine sesi duydum ve korkudan atıverdim
tünelin içine kendim. Makinenin gürültüsü iyice yaklaştı. Tam üzerimden geçip
gidiverdi. O geçtikten sonra birde bakıverdim patatesler tünele dökülüyor.
Dökülenlerden topladım hemen beşini, onunu. Sonra anladım ki geçen makine hasat
makinesi. Hemen şimşekler çaktı kafamda. Yer altından çıkıverdim toprağın
üstüne. Şöyle göz ucuyla kolaçan ettim bütün tarlaları. Hangi tarlada bir hasat
makinesi gördüm ise hemen kazıverdim bir tünel daha o tarlanın altına.
Patatesler, havuçlar, turplar derken yığdım hepsini bir kenara. Eee miktar
fazla olunca anca varabildim yuvaya.
“Vay benim kardeşime bak!” demiş
Sök. “Boşuna dememişler ummadığın taş baş yarar diye”.
O kışı Ye’nin topladığı
sebzelerle refah içinde geçirmiş köstebekler. Ve şunu iyice kavramışlar; asla
kimseyi küçük görme. Azmin ve zekânın çözemeyeceği problem yoktur. Ve gücü
yenebilecek bir şey var ise o da aklın ta kendisidir.
*Leonardo da Vinci: (1452-1519) İtalyan düşünür, mimar,mühendis, ressam, anatomist, heykeltraş ve yazar.
**Mona Lisa: Kavak bir pano üzerine Leonardo da Vinci tarafından resmedilmiş yağlı boya portre. Halen Fransa Paris'te Louvre Müzesi'nde sergilenmekte olan 16. yüzyıla ait en önemli sanat eserlerinden birisidir.